28 Haziran 2011 Salı

Nezaket Sorunu

türk kadınlarındaki nezaket sorununun türk toplumuyla ilgisi yokmuş, çünkü toplum içinde kadınların risk altında olması için bir sebep yokmuş. doğru olabilir belki, tabii ki cafenin koltuğu toplum içiyken, hava karardıktan sonra sokaklar toplum dışıdır. gazetelerden okuduğunuz tecavüz haberleri toplum dışında yaşanmaktadır ve tecavüzcüler de zaten kadınları öylece kolundan çekip götürmez...

tecavüzü neden konunun merkezine çekiyorum? şu nedenle, ister bir erkek olarak fark etmiş olun, ister olmayın, türkiyedeki kadınlar tecavüz tehlikesini sıradışı,hasbelkader ortaya çıkacak bir vakıa olarak görmezler, çünkü doğdukları andan itibaren bu risk 'nasıl tespit edilir, nasıl bertaraf edilir, başa gelirse nasıl gizlenir' konulu yoğun bir eğitimden geçerler, olağandır yani... hoş, azıcık gazete okusanız bunun hiç de öyle toplum dışı kalmış erkekler tarafından yapılmadığını fark edebilirdiniz. 
demem o ki siz gerim gerim gerilip sabahtan akşama kadar sosyalleşirken bu çocuklar annesinin dizinde yaşamış olabilir mesela, size 'göster bakayım oğlum' denilirken yaşıtlarınız olan kız çocuklarına eteğini örtmesi evet, evet bildiğiniz anlamda o alımlı kadınlar gibi frikik vermemesi öğretilir, yani anlayacağınız dilde, beş yaşından beri risk altında olduğu öğretilir!

sizin elbette böyle bir niyetiniz yoktur, sorun sizin risk grubu olmanız değildir çoğu zaman, bazen de sırf etraftakilerin bakışlarıdır. ama madem başladınız türk kadınlarındaki nezaket sorununu irdelemeye, bir de burdan bakın bakalım: ey medeni türk erkeği, bir saniye dur ve hayal et! güldüğünde ibne, bir kızla konuştuğunda pezevenk damgası yiyor olsaydın, toplum içine çıktığında her hareketin mercek altına alınıyor olsaydı, annenin kaş göz işaretleriyle, abinin, babanın bizatihi sille tokadıyla muhahap olmak zorunda olsaydın ilişkilerini nasıl kurardın?

işbu entry, erkeklerin iyiniyetli ama toplumun kötü olması ihtimaline dayanmaktadır, yoksa daha önce bakınız verilmiş olan ortamdaki kiz gidince degisen erkek muhabbeti söz konusu bile edilmemiştir.



bağcılar beko servisi
bağcılar beko servisi
bağcılar beko servisi
bağcılar beko servisi
bağcılar beko servisi

Türk Erkeği

türk erkeğinin masada yalnız oturan kızla konuşması eminim ki nişanlı bir erkeğe kur yapan kızın yaptığı eylem kadar masumcadır. ha var mıdır süper aşmış kazanovalar vardır zaten bu gibi durumlarda kız da razıdır.

bizim meselemiz bu değil bu sorunda, bir kızın illa ki kendisiyle konuşulma çabasını neden cinsellik çerçevesinde algıladığıdır. ve bunu gerçek kılıp kaba davrandığıdır. insan ister istemez author'un şizofren kız teorisine inanası geliyor. 

sosyal ortamlarda kızların kabaca davranması hiçbir dış faktöre bağlanılacak bir unsur değildir. çünkü kimse bir kızı kolundan tutup da yatağa atacak değildir. bunu yapabilen insanlar da zaten adli bir kurumun ilgi alanındadır. sosyal topluluklarda elinizi atsanız böyle bir tipe rastgelme ihtimali de düşüktür. sonuç da bir kızı toplum içerisinde risk altına alan unsur yoktur. istediğimiz ölçüde olmasa da gelişmiş sosyal yapısı olan toplumda yaşıyoruz. bir cafede bir yemekte tanıştığı adamın kendilerine bir kötülük yapacağını düşünmek paranoyaklıktan başka bir şey değildir. kadınların da sırf kadın olmalarından ötürü kendilerinin ilgi odağı olacağını düşünmeleri de eğlencelik malzemeden öte bir şey değildir.


bağcılar beko servisi





kız mutlu lerzan mutlu

geçen gün bir kız arkadaşımla konuşuyoruz. başından ilginç bir olay geçmis anlatmak istedi. ben de anlatmasını istedim. bi toparlandı, bi nefes aldı, gözleri yaşarır gibi oldu, başladı anlatmaya..

bunların yurtta bir adet sevgili varmış, oğlan köpek gibi seviyormuş kızı, günlerden bir gün yıl dönümleriymiş, kız yurtta "ühhü unuttu yıl dönümümüzü" diye aglarken oglan mesaj atmış.

- aşkım aşağı iner misin? 

kız; heh heralde bana hediyemi getirdi demiş. çıkmış odadan, merdivenin başına gelmiş. aman tanrım!!

gözlerine inanamamış, bir adet gül yerde, bir adım daha atmış, bir gül daha, derken bir gül daha, bir gül daha..200 basamaklı merdivenin her basamağında bir kırmızı gül. 
kız inanamıyor gördüklerine, geberiyor zevkten, kapıya geliyor artık. kapı açılıyor ve aman tanrım!!

kırmızı güller ard arda dizlimiş ve bir yere götürüyor kızı, kızda takip ediyor yolu, en sonunda çocuk bekliyor kızı, beyaz güllerle etrafı çevrilmiş, kızda dahil oluyor dairenin içine, gözlerinden yaşlar boşanıyor tabi, derken aman tanrım!!

ikisinin parçası çalmaya başlıyor derken aman tanrım!! havai fişekler!! obareyy! kız uçuyor, diğer kızlar mal mal bakıyor, niye bizim böyle bir sevgilimiz yok diye, yurdun yaşlı müdüresi bile ağlıyor, benim herif neden boyle değil diye..

hikayenin sonlarına yaklaşırken benim arkadaşımda tekrardan göz yaşlarına boğuldu, dayanamadı, ühüh. ne kadar romantik di mi dedi?

tey allah'ım dedim ya, zengin bi tane lavuğun parasını harcaması nasıl romantizm olarak değerlendiriyorsun, ne gibi bir fedakarlık var şimdi burada.. nesi romantik şimdi bunun? kız olsam biri bana bunu yapsa, ağzının üstüne basarım iki tane tokat.

ne kadar mal adammışsın sen ya, gerçi reklamını iyi yapmışsın bak benim bile haberim oldu, şimdi buradaki yazarlarında oldu.

neyse benim bünyemde zerre his ve duygu uyandırmamıştır bu olay, tamamen rezil bir şey olarak goruyorum.

ama kız mutlu, lerzan mutlu.


bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi

Daha on7

her seçim döneminde binlerce, "namuslu", "çalışkan" ve "vatansever" türkün yapmaya çalıştığı şey. ama maalesef sadece birkaç yüz tanesi becerebiliyor. milletvekili sayısını arttırmak lazım ki açıkta kalan olmasın. açıkta kalan olmazsa göreceksiniz partiler arası kavgalar çok daha az olacaktır. hatta bu amaca yönelik özel kontenjanlar koyulması lazım, misal;

*partisi için kanunların, kamu kurumlarının anasını siken bürokrat kontenjanı 40 koltuk,
*vatanı için kurşun atan, kurşun yiyen kati... ehem kahraman kontenjanı 15 koltuk,
*partiye kaynak sağlayacak bilimum hırsızlık ve yolsuzluk yapmış fedakar partili kontenjanı 25 koltuk,
*liderin sultasını sürdürmek için partiler yasasının amına koyan lider yalakası kontenjanı 20 koltuk,
*batmak üzere olan holding sahibi ve işbirlikçisi yöneticileri kontenjanı 30 koltuk,
*ezilen halkların özgürlüğü için bebek öldüren, masum insanları bombalayan, halkları birbirine düşman eden demokrat kontenjanı 15 koltuk,
*ırkçı, bölücü yada halkı kışkırtıcı laflar edip hapse düşmüş potansiyel parti lideri kontenjanı 5 koltuk, (bu kesin şart hiç değilse kanun, anayasa tecavüzlerinin önüne geçilir resmi olursa)

işte ben böyle hesap ettim, yaklaşık 150 ekstra koltuk falan gerekiyor. devlet büyüklerimiz daha iyi bilirler tabii ama hiç değilse buna benzer bir düzenlemeye gidilse de kalan 550 vekilimiz gerçekten vatana hizmet edecek ,dürüst, namuslu, vatansever insanlar olabilseler.


bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi

takipdeyim.

kemal kılıçdaroğlu'nun politika üretme kabızlığını perçinleyen bir başka olaydır.

rte evet derken sen bel altı vurdun, adam bu sefer "yetmez ama evet" demeye başladı, eğitimsiz kesime güç gösterisi yapmasını sağladın. belaltı vurdun, rekabet kurallarını değiştirdin.

seçim döneminde eğitimsiz kesim akp'ye oy veriyor dedin, ulan sen adamlara cahil, eğitimsiz dersen verirler tabi. sana mı vereceklerdi oylarını? onlara gerzek muamelesi yapan adama mı?

hadi seçimi de kaybettin! kaybettiğin gibi hapisten tbmm'ye tünel kazma planlarını eski politik kuklalarla yaptın. ona da birşey demedik hadi.

şimdi tbmm'ye gidermiş de, yemin etmezmiş. s.kime git denilesi durumlara milleti de böyle gark edersin. 

adamın yüzünden herkes kaçıyor. akp'den kaçan chp'ye, e peki chp'den kaçan nereye? ben nereye?

zöe: sinirle yazdığım için tarzımı kaba bulmuş olabilirsiniz. oysaki yazdığım şeylerdeki doğruluk payını umarım siz de görüyorsunuzdur. tamamen objektif olmalı kemal kılıçdaroğlu'nun chp'si konusunda, şüphesiz ki onlar oyun kurmaktan aciz, tribüne oynayan futbolcu gibidirler.




bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi

Vestel servis

türk erkeklerinin çoğunun sindiremediği olaydır kesinlikle. evlenene kadar tüm amacı hatun düşürmek olan bu adamlar kardeşleri evlenene kadar bakire olsun, analarına laf gelmesin, karılarının de eline erkek eli değmemiş olsun isterler. oysa düşünmezler ki düşürmeye çalıştıkları hatunlar da birinin kardeşidir, ilerde birilerinin annesi olacaktır. onlara sorsan "onlar o yolun yolcusu" derler. ne demekse. 
bir kadının bir erkek gibi özgürce cinsellik yaşaması resmen namussuzluk sayılır. kimse de çıkıp sorgulamıyor "sen bunca kadınla birlikte oldun evlenmeden, sen neden namussuz olmuyorsun da ben oluyorum? sırf kızlık zarı diye bir şey var bende diye mi?" o adama sorsan sanır ki kızlık zarı oraya hatun daha önce biriyle yatmış mı anlasın erkekler diye koyulmuş. kızlık zarına o anlamı yükleyen kendisi gibi bir beyin yapısına sahip erkeklerdir oysa ki onun tek amacı cinsellik yaşamamış bir kadının o tarz hastalıkları kapmasını engellemektir.
bir de iş yabancı hatunlara gelince değişmiyor mu o çok deli edici. "onların kültürleri farklı." sen öyle san onların dini de evlilik dışı ilişkiyi zina kılabiliyor da kim takıyor? onlara gelince normal türk kızına gelince mi anormal? bu işler tercih işi değil sanki. türk kızı bakire değilse eş olmaz ondan, ama yabancıyla olur ooo neden olmasın?!
merak ediyorum bu adamların kız arkadaşları sorsa onlara "benden önce kimseyle yattın mı? bak yattıysan bu iş yürümez." nasıl tepki vericekler acaba. keşke yapsa birileri bunu onlara.


bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi
bağcılar vestel servisi

seytan amirim

şeytanı ayrıntıya gizlemişler helal olsun. şule bize her şeyi fısıldamış da biz anlamamışız. şulenin amirimin kızı çıkması olayın dramatikliğini iyice arttırdı.keza akbabanın olayında da tecavüzcünün amcası olması. bu bölüm kötülük hep yunan tragedyalarındaki gibi yakın akrabadan geldi. ercü de babasının ona kendini emanet ettiği adamı harcamak zorunda kaldı. 

ben akbaboşun durumuna da fena halde içerledim. amirimin durumu hepsinden beter ama o hiç olmazsa kendi etme-bulmalarının sonucunda bu hale geldi. akbabanın amcasının, babasından sonraki en büyük özdeşlik figürlerinden biri olduğu varsayarsak büyük yıkım. çocuğun kendilik nesnelerinden biri,amcası, sevdiği kıza tecavüz ediyor. amcasından çok kendinden tiksinir çocuk. ki genç akbaba da kendini yaralamış.üzüldüm valla.

bölümün can alıcı yerlerine bakacak olursak hep karakterler baba figürleriyle çatışma içinde. harunu babası reddetti. ercü ona babalık eden adamı öldürdü. şule babasından öcünü almak istemiş. behzat, berna yüzünden kendiyle hesabını kapatmak istiyor. kısacası çok baba bir sezon finali olmuş. 


bağcılar bosch servisi
bağcılar bosch servisi
bağcılar bosch servisi
bağcılar bosch servisi
bağcılar bosch servisi

bir ankara şubesi

şule, berna'nın kasedini izledikten sonra bunalıma girdiği anda tahmin etmiştim berna'nın ölümünde parmağı olduğunu. hatta şule hayranı bir arkadaşıma "şule ercü'ye çalışıyor" demiştim; inanmamış, küfür etmişti. geçen hafta o da benim gibi düşünmeye başlamıştı. kısaca bu bölüm o naylonun altından şule'nin çıkacağını biliyordum, ancak böyle çıkmasını hiç tahmin etmezdim. edemezdim. o naylon kalktığı anda, behzat amirimden daha hızlı bir şekilde bütün şule replikleri geçti aklımdan. zaten "şu ana kadar iki ölü gördüm, biri büyükbabam" lafından fazlasıyla işkillenmiştim. haklı çıkmak hem sevindirdi, hem üzdü. üzüldüğüm, şule'nin katil olması değil, hikayesi. yaşadığı şeyleri çok iyi tahmin edebildiğim için kızcağıza üzüldüm. yaşadıklarına...

behzat ise tamamen bitti. ercü reyiz'in komplosundan yırtamaz. yırtsa bile kafadaki tahtalar zaten sorunluydu, artık tamamen yalama oldular diyebiliriz. yazık la adama. belki arkasında mine'yi ve şule'yi bıraktı, ancak haberi olsa bırakmayacak kadar delikanlı bir adam bizim behzat ç. ne desem boş. bu noktadan sonra hikaye nasıl ilerleyecek en ufak bir tahminim bile yok.

akbabuş'un hikayesini çok merak ediyordum. ilk flashbackte tahmin ettim. çünkü orospu çocuğu amca karakterinin kıza tecavüz edeceğini belli ettiler. zaten, bunu gizlemeye çalıştıklarını sanmıyorum. ancak akbaba'nın kızı bu olaydan sonra terk etmesi üzücü olmuş. zaten adamın en büyük pişmanlığı belki de bu. o güzelim kıza yapılacak şey değildi oysa ki... o zor anında, yanında olabilseydi, bugün o kızdan tokat yemezdi. ancak akbabuş'a mutlu bir son yazdım kafamda. o kızla. umarım gerçekleşir.

gelelim ayı harun'a. cansın sen. ağlarken gelip sarılasım geldi sana ayı görünümlü duygu insanı. keşke senin gibi sevebilsem lan birini. kesinlikle haklısın. o şıllık eda düğüne geldi, gerçekleşmeyen düğün sonrası yanına geldi, kızı öpünce sen suçlu oldun. kız resmen geldi düğününü bozdu. tam "ben mutsuzsam, beni seven adam da mutsuz olsun" kafası. eda, sen de altı üstü sekreterlik yapıyorsun. kendini bulunmaz hint kumaşı zannetme. hepimiz yanlış kişilere kapılırız. gönül bu, ota da konar boka da. ot olan kısmı sen değilsin tabii.

sayın savcım. güzelsiniz, hoşsunuz, çekicisiniz, otoritersiniz. muhteşemsiniz. kadınlık içgüdülerinle bir şeyler döndüğünü sezmenizi, behzat'a kurulan komployu ortaya çıkartmak için çabalamanızı hayranlıkla izledim. hele o kırmızı elbiseniz çok güzeldi. ancak hala benim için behzat'la meyhanede bira içtiğiniz günkü haliniz en güzel haliniz.


bağcılar bosch servisi
bağcılar bosch servisi
bağcılar bosch servisi
bağcılar bosch servisi
bağcılar bosch servisi
her ne kadar haftalardır kurduğum ve kimi yazarlar olarak ne zamandır ince ince işkillendiğimiz ve taşak konusu yapıldığımız teorinin aynısıyla tastamam doğru çıkması hoş olsa da, insanların her yerde çarşaf çarşaf "şuleeee!" diye düşüncesizce yazması yüzünden dizi keyfimin tam anlamıyla içine edildi. bölümün bitip de star tv'nin sitesinde yayınlanmasını beklerken o "şule" ismini görmem yetti teorimle aynı yönde bir şey çıktığını anlamam için. sonra ne bekleyebilirsiniz ki daha? bölümün kilit ismi oymuş işte. teorinize uygun bir şey çıksa da çıkmasa da sonuçta o isimle ilgili çıkacağını biliyorsunuz. sonra bütün bölümü tatsız tuzsuz bütün dikkatimi haliyle şule'nin üzerinde toplayıp bir şey çıkmasını bekleyerek izledim. kirpiğinin hareketini bile bu yönde bir işaret olarak algıladım. son sahnenin de haliyle üzerimde hiçbir etkisi olmadı. sıfır etki resmen. evet, vurucu bir sahneydi. gerçekten harikaydı. çok etkileyiciydi. ama şaşırmak? işte o yok. 36 bölümdür sunulan bütün detayları bir bir görmek, hepsinin muhteşem bir fiyonkla bağlanması çok tatmin ediciydi gerçekten. şule'nin aslında behzat'ın kızı olmasından, babasının diğer kızını intikam için öldürmesine kadar hepsini, bütün detayları toplayıp yüzde yüz bu sonuca varıp kendi teorimizi kurmamız da çok tatmin edici ve ego okşayıcıydı. ama keşke, keşke o tek ismi bölümü izlemeden önce görüp de doğrulamasaydım. ben de herkesle birlikte dizide görerek şok olsaydım...


bağcılar baymak servisi
bağcılar baymak servisi
bağcılar baymak servisi
bağcılar baymak servisi
bağcılar baymak servisi

hayaller içinde

şimdi, hepimiz finalin son on beş dakikasında şule'nin berna'nın katili olduğunu anladık amirimin şule hakkında hatırladıklarıyla ve bu şekilde düşünülmesinin tek sebebi de o mezarlığa gelmeden önce ercüment'in söyledikleri. onun dışında şule'nin katil olduğunu gösteren somut bir delil yok. yapılan flashback'te gördüğümüz iki sahne var, biri ercünün şule'yi şantajla tehdit etmesi ve onu emri altına alması, ikincisi berna'nın intihar ettiği gece şule'nin de orada olması ama bu ikisi de "berna'yı şule itti!" demeye yeterli değil.

görüntülere gelmeden önce vurgulamak istediğim bir husus var. şule, ercü tarafından kaçırıldıktan (!) sonra depresyona girmişti, daha sonra aç karnına yüksek doz ilaç içip behzat tarafından hastaneye son anda yetiştirilmişti. bütün bunlar sırasında behzat'ın şule için ne kadar endişelendiğini , şule'nin behzat'la nasıl bir duygusal bağ kurduğunu gördük - ki zaten babasıymış kızın - ayrıca fena halde yamulmuyorsam bu olayların çok daha öncesinde berna'nın itilişini (!) de izledik. hastane çıkışında behzat ile şule'nin tartıştığı sahnede şule behzat'a "merak etme intihar etmem!"deyip gözyaşlarına boğulmuştu hatırlarsınız. şu an gelinen noktada şule o gece oradaydı, bu kesin. eğer berna'nın intihar ettiğini bilmese bu cümle oldukça havada kalıyor çünkü final sahnesinde de izledik ki her bir sözden ilmek ilmek işlenmiş senaryo ortaya çıkıyor. orada o cümleyi kurmuş olmasının sebebi, kendini behzat'ın kızı yerine koyup babasını berna gibi yarı yolda bırakmayacağı düşüncesi olması çok büyük bir ihtimal. 

e o zaman görüntüler ne iş denecek olursa, ilk görüntülerin montajlandığı savcı'nın inceletmesinden sonra ortaya çıktı, ikincisindeyse bir inceleme yapılmadı. dolayısıyla ikinci görüntülerde de montaj ihtimali yüksek diye düşünüyorum. bu arada, görüntüleri alan memduh başkan, profili cafe'nin çalışanının söyledikleriyle bire bir tutuyor: sakallı, şişman. hafif kel dedi mi hatırlamıyorum ama sonuçta başgan için sırma saçlı da diyemeyeceğim doğrusu. kaldı ki, şule'nin kayıpları oynadığı zaman teras bar'da takılması da ercü'nün işi, behzat'ın o balkon demirlerinde durup etrafa bakacağını çok iyi biliyordu (nasıl biliyorsa p.ç) neyse, şule ve görüntüleri bağlayacak olursak, daha önce de dendiği gibi bir şekilde şule'nin net çıktığı bir görüntü daha olabilir, şule itmemiş olsa bile (ki görüntülerde atan kişinin bambaşka biri olduğu söyleniyor) daha öncesinde yaşananlardan dolayı intihar'ın bir şekilde sebebi olmuş olabilir, mesela berna'yı bulup gerçekleri bir bir anlatmış olabilir. ama öyle olsa bile bunun planlanmamış bir şey olduğunu zannediyorum ; çünkü öncesinde ortak hiçbir arkadaşları yok, daha doğru arkadaş gruplarında birlikte çekilmiş oldukları hiçbir fotoğraf yok, yani daha öncesindeki bir cinayette olduğu gibi "üvey kardeşini gizlice takip edip, arkadaş olup, sonra da öldürmek" gibi bir durumun olasılığı oldukça düşük.

bu arada şule'nin behzat ile birlikte geçirdiği süre zarfınca onunla baba-kız gibi olduğunu ve de babasına özendiğini "hadi beni de cinayetlere götür, birlikte çözelim" diyerek ifade ettiğini farkettim. ki bu da son zamanlardaki depresif tavrını açıklamaya yardımcı olabilir. o gece her ne olduysa - ittiyse ya da intihar etmesine sebep olduysa - bundan dolayı içinde birazcık da olsa bir pişmanlık var ve kişilik bölünmesi sebebiyle -şule, jale, berna- o an içindeki hangi kişiliğe yakınsa - ki intikamcı kişilikten saçları maviye boyattığından itibaren tamamen uzaklaştı - ona göre bir ruh haline bürünüyor. a aklıma gelmişken, doğum günü muhabbeti'nin çıktığı telefon konuşması büyük ihtimalle ercü ile yapılmıştı.

gelelim memduh başgan(r.i.p.)'a: ağır abi'nin bu konuda ikili oynamış olabileceğini düşünüyorum ama %78* bir ihtimalle başgan rahmetlik oldu. olmamış olsa bile ercü'den bi şekilde kaybettiği kanı alacaktır.

kan demişken, behzat'ın evinde öldürdüğün adamı behzat'a kakalamaya çalışarak halt ettin ercü, bok ye. o tekin beyi içeri alırken çıkan kapı kolu bir şekilde behzat'ın suçsuzluğunu kanıtlayabilir. anlayamadığım nokta, tekin'in cesedindeki mermi ya da evdeki kovanı bulunmazsa o merminin amirimin silahından çıktığı kanıtlanamaz. adamın kaç gündür evine uğradığı yok (uğrasa bile ikinci sezon göstereceklerdir) tutup odasına "aha tekini öldüren silah, üstünde de behzat'ın parmak izi var" diye silah koyuyorsunuz. eğer olur da silah ercünün parmak izleri behzat'ın çıkarsa çocuğunu keserim*. ilk sahnede zoom yapılan kan'a gelince, çamaşır suyu ile bir güzel silindiğinde dna mna kalmaz, mna koyar. kullanılmadıysa bile o leke o koltuktan nasıl çıkıcak?


Bağcılar Baymak Servisi
Bağcılar Baymak Servisi
Bağcılar Baymak Servisi
Bağcılar Baymak Servisi
Bağcılar Baymak Servisi

Servisler hakkında

mühendislige asla bir meslekten öte bir gözle bakmayin. mesleginizi yapacak ve hayatinizi devam ettirmenize yetecek parayi kazanacaksiniz, bu kadar. 

kendinizi cok ulvi bir amaca hizmet ediyormus gibi hissedipte mühendisligi hayatinizin bas kösesine koymayin. cünkü hayat tarzini mühendislik anlayisi üzerine sekillendirmek sizi dünyanin en dar görüslü, sıkıcı ve sıg ınsanları arasına sokacaktır. eglence anlayisiniz yine sizin gibi bir kac arkadasinizla biraraya gelip geberene kadar bira icmekten yada bir disko'ya 5 erkek gidipte etraftaki kizlari kesmeye cabalamaktan ibaret olmasin. sanatla ilgilenin, sinema haricinde opera ve tiyatro izleme zevkiniz de gelissin. zamaniniz olursa mutlaka bir müzik enstrumanini calmayi ögrenin. hatta o enstrumani hayatinizin icine okudugunuz mühendislik derslerinden daha hallice yerlestirin, gerekirse bas kösesine koyun. kitap okuyun, insanlarla fikir tartismalarina girin. siyasi, dini ve tarihsel fikirleriniz sadece etrafinizdan duyduklariniza göre sekillenmesin. kendi arastirmanizi kendiniz yapin, yetmedigi, aciz kaldiginiz yerde yine okumaya, ögrenmeye devam edin. hayati bir yenmek - yenilmek, üste cikmak - altta kalmak anlayisiyla irdelemeyin. herkesten birseyler ögrenmeye, onlari dinlemeye ve anlattiklarini gercekten anlamaya calisin. bunlarin haricinde belki de en kritik nokta kadinlardir. onlardan asla uzak durmayin. arkadasligin ötesinde sevgili olmak gibi iliskiler de gelistirin. onlari taniyin, beklentilerini, isteklerini, tepkilerini anlamaya calisin. 

her ne kadar derslerde okudugunuz kitaplar ve hocalarinizdan ögrenecekleriniz size en cok analitik düsünme yetisini kazandiracaksa da hayatin sosyal gercekliginden asla kopmayin. unutmayin ki gecilmez denilen dersler gecilir, en kil bilinen hocalar yola gelir, fersah fersah uzakta görülen o diploma gün olur elde tutulur. önemli olansa tüm bunlar olduktan sonra sizde hayata dair ne kaldigi, hayatinizi ne sekilde devam ettireceginiz sorusudur. eger ki mühendislik okumak sizde hayattan keyif alma mefhumunu köreltirse, veya bu mefhumun gelismesine engel olursa hayattaki hicbirseyin anlami kalmaz. eger mezun olup ise girdikten sonra eglence anlayisiniz hala yaninizda sizin gibi bir kac sapla sehrin eglence mekanlarina gidip ögrenciyken yaptiklarinizin teoride aynisini yapmaksa ömrünüzü heba ediyorsunuz demektir. cebinizde eskiye kiyasla daha fazla para olabilir, altinizda araba da olabilir, artik gittiginiz mekanlar daha kalbur üstü, daha pahali olabilir. sizse üstünüzden kamyon misali gecmis olan o üniversite yillarina direnemeyip bir ot olup ciktiysaniz malesef midyada pirince giderken evdeki bulgurdan olmussunuz demektir.

amaciniz yasadiginiz hayattan keyif almak, araciniz mühendislik maasi olsun.



Çekmeköy Beko Servisi
Çekmeköy Beko Servisi
Çekmeköy Beko Servisi
Çekmeköy Beko Servisi
Çekmeköy Beko Servisi

servis kalitesi

mühendislik okuyacaksanız eger inşaat mühendisliği okumayın!yok abi ben de büyük projelerde yer alacam discoveryde izledim kendi analitik zekamı yeni çözümlemeler için kullanacam derseniz.o okul sittin senede bitmez!ne analitigi?ezberci egitimle gelmişin bugunlere 3 saatlik sınava girmişin ne kadar ezberci asosyal oldugunu ölçmüşler şimdi analitik falan yürü git lan derler adama!bu arada odtüye bogazicine gidip de etriyenin,çirozun,pilyenin ne oldugunu bilmeyen yarı ingiliz yarı türk arkadaslar gördüm şantiyede.okuyacaksanız orda okuyacaksın diyenlere duyrulur.çocuklar türkçesini de öğrensin onu da mı biz mi öğretecez.


mühendis olmaya çabalayın. meslektaşlarınızı taşak oğlanı yaptırmayın. bu okul süresince hemen olacak bir şey değil ama okul bittiğinde "mühendisliğimi geliştirmek adına ne yapabilirim?" sorusuna cevap veremiyorsanız unutun o 4 seneyi. öss'ye filan girin yine. tıp okuyun kolay o mesela.

okul döneminde boş vakitlerinizi güzel doldurun. mesleki dersleri sadece geçmek için çalışmayın. öğrenin, uygulayın, geliştirin. stajı çok iyi değerlendirmeye gayret edin. naylon staj yapanlara aldanmayın adam gibi yapın stajınızı. iş yeri kabul ederse staj süresi dışında da gidin. stajı sanayi merkezlerinin içinde tercihen ufak ama sürekli iş akışı olan bir atölyede yapın. bu sizin çevre yapmanıza yardımcı olacak. boş vakitlerinizde sanayii gezin. çalıştığınız yerde olmayan makine ve üretim teknikleri hakkında bilgi alın. bunun en kolay yolu çay ısmarlamaktır. akıllı olun.

sürekli geliştirin kendinizi. mühendislik yapacağınız mesleklere odaklanın. yoksa beko'dan kovulan mühendisler gibi ebleh ebleh dolaşırsınız ortalıkta.



Avcılar Baymak Servisi
Avcılar Baymak Servisi
Avcılar Baymak Servisi
Avcılar Baymak Servisi
Avcılar Baymak Servisi
Avcılar Baymak Servisi

Heyecan dorukta gözler hakemde

star wars'ın klasik üçlemesi elden geçmiş, eklenen sahnelerle yeniden sinemalarda gösterilmiş ve yeni üçlemenin ilk filmi olan "the phantom menace" vizyona nihayet girmiştir. o sıralar can dostla birlikte istanbul'da oturulduğundan beyoğlu'nda bir sinemadan (aklımda yanlış kalmadıysa emek sineması'ndan) biletler bir gün öncesinden alınmış, "hasan, gel bak çok güzel olacak. efsane dönüyor efsaneee!.." nidalarıyla can dost da yanıma alınmış ve mesai sonrası ilk seans olan 19.00'a gidilmiştir.

salon hınca hınç dolu, heyecan dorukta. hatta star wars yazısı belirir belirmez alkışlar duyuluyor, öyle bir ortam.

ilk sahneden itibaren dalıp gidiyorum, gözlerim iri iri açılmış, koltukta öne eğilmiş, arada sırada "sessiz nidalar" koyvererek izliyorum filmi. ilk yarının sonuna yaklaşırken omuzumda bir ağırlık duyuyorum. kimbilir ne kadar zamandır var ama ben yeni hissediyorum. dönüp bakmaya çalışınca hasan'ın saçlarına değiyor yüzüm. omzumu yastık yapmış, hafif perdeden horlayarak uyuyor. sevsem mi dövsem mi ikileminde kalıyorum. ara başlıyor. "içim geçmiş..." diye kaldırıyor kafasını. "ya güzelim, sana da ayıp oldu. nasıl, film güzel mi?" diyor. ikinci yarıda bir süre uyanık kalıyor, sonra "ya kitarobitciğim, ben gene şöyle omzuna kafamı koysam azıcık?" deyip gene uykuya dalıyor.

klasik musîki dinleyen, ağırbaşlı, bilimkurgu ya da fantastik filmlerle hiiiç ilgisi olmayan can dostum, sırf benim heyecanıma ortak olmak için geliyor ama dayanamıyor, n'apsın?!? haftanın yorgunluğu üzerinde zaten ama o beni kırmamak için geliyor yine de. canım içi o benim!..

Avcılar Baymak Servisi
Avcılar Baymak Servisi
Avcılar Baymak Servisi
Avcılar Baymak Servisi
Avcılar Baymak Servisi

25 Haziran 2011 Cumartesi

adamın geceleri buzdolabını kuncukladığını yada birilerinin

mütemadiyen adamcağıza serum dayayıp dayamadığını düşünmüyorum, 70 yıldır bir şey yemediğine de inanıp inanmamak arasında çok huzurlu bir yerdeyim. ama dikkatimi çeken başka bir nokta şu ki, bir çok kişi bu duruma kati olarak inanmama pozisyonunda ve sanki bilim adamlarının adamın 70 senedir bir şey yemediğini bilimsel olarak ispatlasalar bile bu ipneler yine inanmayacaklarmış gibi geliyor bana. çünkü durum kendi mantık evrenlerinin dışında ve bu yüzden kesinlikle kabul edilemez.

Tandoğan Arçelik ServisiTandoğan Beko ServisiTandoğan Vestel ServisiTandoğan Bosch ServisiTandoğan Siemens Servisi

bir zamanlar "dünya yuvarlaktır" diyen insanı giotin e götüren beyin kabuğu sertleşmiş güruhun günümüzdeki tezahürünü görüyorum adeta. ya tamam inanmazsın belki ben de inanmıyorum falan ama adamlardaki bu bağnazlık ve alaycılık çok sinir bozucu. mantığının dışında olan bir olguyu kabul etmemen mantıklı; fakat evrende gerçekleşen tüm yasaların senin mantık süzgecinin türevi olamayacağına göre hayatının bi yerlerinde sana göre mantıksız bişeylerin olmaması çok daha mantıksız bir durum olurdu.

Tandoğan Profilo ServisiTandoğan Demirdöküm ServisiTandoğan Baymak ServisiTandoğan Vaillant ServisiTandoğan Ariston Servisi

15 Haziran 2011 Çarşamba

coca cola hakkında türlü teoriler üreten müslümanların

coca cola hakkında türlü teoriler üreten müslümanların, coca cola logosunu ters çevirince okudukları cümlenin türkçe anlamı. coca-cola logosunu ters çevirince "la mohammed, la mecca" yazıyormuş.

normalde ben şahsen böyle salak saçma konulara bakıp bakıp gülerdim ama ekşi sözlük yazarı olduktan sonra garip bir misyon üstlenmiş gibi oldum. bünye öyle hissediyor. şimdi farz edelim ki, evet coca cola'nın asıl amacı bu. logosu aracılığıyla tüm dünyaya bunu empoze ediyor.

bak her şeyi at kafadan şöyle düşün; trilyon dolarlık bir dünya şirketisin. deli para kazanıyorsun. her eve giren bir ürünün var. ve sen bu ürünün üstüne "muhammed yok, mekke yok" diye mesaj yazma ihtiyacı duydun. muhammed yok, mekke yok ne lan? mekke dünya haritaları çizildiğinden beri yerinde, muhammed'de insanlar müslüman olduğundan beri inanılan birisi. şimdi sen diyorsun ki adam gitmiş coca cola'nın üstüne bunları yazmış ki insanlar etkilensin. olum mal mısınız?

muhammed yok, mekke yok mu yazar yazmak istese? yok demekle eline ne geçer? yok dedin, bitti gitti. bu kadar. trilyon dolarlık şirket lan bu? böyle bir şey yapmak istese yaşasın musevilik falan yazdırır adam. niye muhammed yok, mekke yok gibi hiç bir işe yaramayan bomboş lafı yazsın?

olum ne gerizekalı insanlar var dünyada da böyle şeylere pat diye kanıyorlar. la yok yazmış diye komplo teorileri üretiyorlar. şaka mısınız lan siz?

höh be. neyse, içimi döktüm, rahatladım. kafanız açık olsun, iki gram düşünün arkadaşım.

reklamın iyisi kötüsü olmazdan kök alan bir stratejidir.

reklamın iyisi kötüsü olmazdan kök alan bir stratejidir. bence saçma ve ebleh, hanım için öyle, mortifera için öyle, x için öyle, y için öyle yani reklamcılar hariç neredeyse tanıdığım herkes için öyle.

aslıdna ne guerilla marketing var (mesela regalin veyahut profilo'nun reklamları gibi) işin içinde ne de görsel bir yaratıcılık (ne kadar çalıntı da olsa akbankın). zaten çelik'li reklamların ilk başlangıç-çıkış noktası "tıh tıh tıh eyi günler"li samimi (?) yapı kredi reklamıydı. ama çelik o sempatiyi nedense yaratamadı. hatta oyuncakları bile çıktı ama nedense o oyuncak çelikler çevremdeki ufaklıkların ilgisini çekmedi (çekenlerin de çelik'leri ikinci gün tersane cennetini boyladı zaten).

netice itibari ile gerek çelik serili reklamları olsun gerekse şu yeni inox ankastre reklamları olsun hem yaratıcılıktan uzak hem de bir tüketici olarak beni cezbetmekten uzak.

tabii ki sayıları vermek ve "hayır haksızsınız reklamlar süper" demek olası. fakat unutulan bir nokta var.

türk halkının gözünde arçelik, sonynin türk malı muadilidir. hem hesaplıdır hem dayanıklıdır. (anneannemin evinde 1970'ten kalma arçelik buzdolabı var, babamları yazlığında da aynı yıllardan kalma bir tane. hala da taş gibi çalışıyorlar) bu sebeple ben de beyaz eşya alacaksam ve orta sınıf tüketiciysem tercihim arçeliktir. (yoksa bosch'dan da vazgeçmem, ama buzdolabım ve bulaşık makinam arçelik ne yapalım)

satışlar arttı çünkü reklam stratejimiz süperdi demek türkiye piyasasında neredeyse 50-60 yıldır bulunan arçelik'in marka değerine hakarettir. özellikle vestel'in ve yan ürünü regal'in, keza spot piyasa'nın yıldızı indesit'in fiyat avantajı ile savaşmak sözkonusu iken ve bu doğrultuda reklam stratejisinden ziyade satış stratejisini ucuzlaştırma olarak belirleyen arçelik'in gün itibari ile satışlarına reklam sebep oldu demek tek kelimeyle hedef saptırmadır.

bunları görmek için de kreatif düşünmeye bazen ara verip çevredeki son kullanıcı profiline ve beklentilerine bakmak yeterlidir.

son bir ekleme yapmadan da duramıyorum. öyle bir hava yaratılıyor ki, arçelik türkiye beyaz eşya ve dayanıklı tüketim malları piyasasına 3-4 sene önce gimiş de reklamları sayesinde 2 yılda parsayı toplamış gibi. ben diyorum anneannemin evinde 30 yıllık arçelik buzdolabı var, annemlerin evinde var, benim evde yeni logolu hallerinden bir tane var, millet diyor 2 senede süper sattık, bunu da harika reklamlarla yaptık.

marka dediğin alışkanlıklarla satar. bebekliğimden beri abur cubur için dadandığım buzdolabı arçelik olursa tabii ki çocuğum da aynı markayı görür. (sınıf atlamadığımı varsayın) hele bir de satış sonrası hizmet konusunda bu kadar başarılıyken.

ha bu arada arçelik 82 ekran lcd'yi 1400 ytl civarında bir fiyata satıyor. keza vestel de o civarlarda. ama samsung 2,500 ytl, sony 2700 civarında (aynı kategoride

eger siddetin temeli alkolde bulunabilecek kadar mutlu bir yer olsaydi dunya...

eger siddetin temeli alkolde bulunabilecek kadar mutlu bir yer olsaydi dunya, butun politik ve sosyal sorunlarin cozumu olabilecek zaman. ayni sekilde, surekli rastlandigi sekilde, altinda yatan dusunce serisini, argumantasyon'unu bir kisir dongu uzerine kurmadan anlasilamayacak temenninin anlatildigi cumle. ne yazik ki, alkolun kullanilmamasi gerektigini dusunen kesim %80'e ulasmisken, bu ulkede siddetin, yanlis islerin, "fitne ve fucurun' azalmamis oldugunu fark etmek bile bu onermeyi yok edebilir kolayca. saglama yapin arguman sunarken diyorum siklikla, yapiniz rica ederim, ozellikle sayi verirken daha dikkatli olunuz, sayilar mazallah oyle mantik gibi kafa karistirip kurtulunabilecek seylerden sayilmazlar genelde, toplamasi cikarmasi daha kolaydir. .

2002-2010 yillari arasinda kadina siddet orani 7 kat civarinda artti, 2010 yilinda sadece 337 kadin erkekler tarafindan katledildi, her 2 kadindan 1'i ev ici siddete maruz kaldigini soyledi, 4 ayda tecavuz kurbanlarinin sayisi 450'yi asti. bu toplumun %80'i alkolu 'fitne fucur' yuzunden istemeyecek kadar namuslu serefli insanlar iken, karisini evladini dovmez iken, bu cinayetler nereden cikti, hepsini 'laikci'ler mi yapti, o toplumun %20'sini olusturan? sayi saymak onemli bir bilgidir ilk okuldan itibaren ogretilen, kullanilmasi gerekir bu bilginin.

bu ustelik siddetin bir yonu, bir de potensiyel siddet var alkolu birakma cagrisinda sakli olan, 'alkolun evvela gonul rizasiyla biraktirilmasi' istenirken (turkcede ettirgen fiiller-biraktirilmasi- seklinde, disaridan uygulanan bir guc orani ile gerceklesen eylemler uzerinden kullanilir) 'olmazsa toptan yasaklanmasi' onerilirken, toplumun bu fitne fucur ile isi olmayan 'asagi yukari %80'i' tarafindan, potensiyel siddetin gerceklege donusmesi vaad edilmis oluyor; yasaklar kendi dogalarinda siddet vaadi icerirler (bkz: sigmund freud) (bkz: law of the father), uygulamalar surekli bir zorlama, ettirgen bir durum izledigi icin. yani bir diger deyisle, bu 'fitne fucur' dan kacan, buna da 'evde karisini, evladini doven baba'yi ornek veren, yani siddeti ornek veren 'toplumun asagi yukari %80'i', yine siddetin kendisini vaad etmis oluyor. bunun adi (bkz: tautology) olmaktadir, kisir dongu olarak turkceye cevrilir. halk arasinda `bu ne perhiz bu ne lahana tursusu` denir.

not: bu 'duz mantik' konusu cozulmesi gereken bir sorun olarak malesef hayatlarimizda durmaktadir hala. kafa karisikligi surdan gelir ki, bu 'duz mantik' da aristoteles mantigi'nun yuzeysel bir seklini sunmaktadir, herkesin de diline pelesenk olmustur. ancak, aristoteles mantigi duz mantiktan ibaret degildir ve pek yanar donerli, incelik isteyen bir ugrastir. ne yazik ki, bu incelik isteyen kismini biraz kullanmadan da soylemleri desteklemek pek mumkun olmaz genelde, guncel politik anlayisin en buyuk silahlarindandir. demem o ki, kullanan faydali cikar, kullanmayan kendisini cabuk ele verir.

ulusalcı bakımdan bakıldığında doğru önermedir

ulusalcı bakımdan bakıldığında doğru önermedir. laikçi kavramı ise benim nezdimde gene ulusalcıların laiklik yorumuna yakıştığı için onları da aynı kefede değerlendireceğim. ha yok kasıt gerçekten din ve devlet işlerinin ayrılmasına ve inanç özgürlüğünün herkes için eşit olmasına ve azınlık haklarının korunmasına dayalı olması gerektiği gibi bir laiklik anlayışı ise sadece o zaman bu kavramı yazarın hezeyanına yorarım.

yokolmak üzere olduğu söylenen argüman yani "izmire bok atanların aslında izmirde yaşamak istemesi" olgusu yalandır. hala bu memleketteki insanların çoğunluğu özellikle de ununu eleyip eleğini asmak üzere olanlar bu şehirde yaşamak istemektedir. bunun dışında göç istatistiklerinin gösterebileceği gibi doğu ve güney doğudan, istanbuldan sonra en fazla göç alan şehir izmirdir. eğer bu şehirde iddia edildiği gibi sığ bir ırkçılık yapılıyorsa büyümesi ve dolayısı ile potansiyel geçim kaynakları diğer göç hedefi illerden daha az olan bir şehir niye bu kadar çok etnik göç almaktadır?

bunun dışında özerklik şartı olarak insanlar bu ülkeye dertten başka birşey vermemiş kiişlere tam şehriniz izin olsun ama oturun ondan sonra oturduğunuz yerde demesinin faşistlikle yada modern olmamakla alakası yoktur. o örnek vermeye doyamadığınız özerk katalanlar aynı sebepten artık tam bağımsızlık istemekte ispanyanın kalanının yükünü çekmeyi reddetmektedirler. ha keşke diyarbakır ve çevresinin kalkınma seviyesi de aynı olsa da onlar da özerklik üzerine bağımsızlık isteyebilseler. aynı şekilde kuzey italyanın güneyin, valonların belçikanın kalanının ekonomik yükünden kurtulmaya çalışmaktadır. bunun sebebi çalışan, üreten ve vergi veren kesimin diğerlerini asalak olarak görüp kurtulmak istemesidir.

ha "hayatında diyarbakıra gitmemiş gitmeyecek olan" lafına gelince en azından nezdimde bu bir iftira olup o yüzden bu satırları yazacak hakkı kendimde görüyorum. ayrıca belirtmek isterim ki diyarbakıra bugüne kada 6 kere gitmiş olup bunun ilki askerlik için kalanları iş içindir. çok merak edecek karşıt görüşlüler için, iş amacım da bir şirket çalışanı olarak değil bizzatihi bir şirket sahibi olarak oradaki üç adet inşaat mühendisi yatırımcıya fabrika kurmak içindir. bahsi geçen mühendisler diyarbakırlı ve kürt olup ampul sempatizanı yada bdp'li olmadıkları için 1.5 milyon tl'lik yatırımı borçla harçla kendi ceplerinden ödeyerek kurmuşlardır. gene siyasi eğilimleri ve ahlakları bölgenin dolaplarına uygun olmadığı için seçim süresi boyunca 3 kez pkk tarafından 'borç ödemeye çalıştıkları bir zamanda' zorla ve tehditle fabrikaları kapattırılmıştır. ondan sonra burada ki pkk borazancıları tarafından özerk diyarbakırın nasıl modern, nasıl solcu, nasıl zengin olacağı masaları anlatılır. daha yetmediyse devletin namlusunun önünde kıvrım kıvrım kıvranan zavallı halkın vasıfsız işçileri 1000tl maaş artı sigortayı beğenmediği için çalıştıracak işçi bulamazlar. buldukları işçiler pkk ve bdpliler tarafından alenen tehdit edilerek ekmekleri ellerinden alınır. ancak bu zavallılar neden çalışmadıkları sorulduğunda devletten aldıkları beleş desteklerin bu maaştan fazlaya geldiğini ayrıca bütün sülalelerinin yararlandığı hizmetlerin sigortalı olacakları için kesileceğinden dem vururlar. bu son söyledikleri devletin bölgeye olan aşırı destek ve tavizleri sonucu olmasından kelli doğru olmakla birlikte serbet rekabet olarak ülkenin kalanındaki çalışanlara büyük haksızlıktır. buna rağmen bölge halkı fakir edebiyatı yapmakta işşizlikten dem vurmaktadır. bunun dışında zerre kadar alın teri ile para kazanan herkes, kepenk kapattırmalara, eylemlere, teröre lanet etmektedir. bu adamlar da siz özerk olunca sizin kıçını toplayabilecek kabiliyette ve becerideki yegane adamlar. sen şimdi devlet zulmüne baş kaldıracağız diye adamın çalışmasını engelle, fabrikalarını, iş makinelerini yak. batsın diye herşeyi yap, sonra bekle ki siz özerk olunca bu adam bölgeyi kalkındırsın, vergi versin, istihdam sağlasın. oldu canım...

bir diğer hayal de özerkliğin götten yorumlanması sonucu bu hak kazanılınca bölge zenginlikten uçacak, herkese ekmek kapısı çıkacak, devlet baskısı kalkıp kendilerince uygun adalet yapısı oluşacak sanrısıdır. özerklik dediğin kurumda eyelatler kendi güvenlğini, kendi gelirini, kendi hizmetlerinin kendisi sağlamak zorundadır. oradaki bütün altyapı bedelsiz olarak kurulacak özerk devlete devredilse bile, sağlık, güvenlik, altyapının bakımı gibi masraflar devletten gelen yardımlar olmadan sürdürülemez. herkese buralar bizim siz bizi sömürüyorsunuz deyip özerklik elde ettikten sonra da kimseden sizin kıçınızdaki deliği kapatması için para dilenemezsiniz. para sorununu bir kenera bıraksak bile yıllrdır teşviklerle çalışmayan fabrikalar kurup, paraları afiyetle yiyen, bölge halkına ekmek kapısı olsun diye aktarılan yardımları hüpleten sözde kürt milliyetçisi ve politikacıları beleş para bitince sizinle ilgilenecek mi sanıyorsunuz? onu da geçtim, özerk olunca başınıza yönetici diye getireceğiniz adamlar, devlet kaynaklarını hüpletmek için siyasetçi olmuş, ya da ezilen kürt halkının haklarını savunacağız diye terörist olup halktan aldığı haraçlarla ve uyuşturucu ticareti ile cebini doldurup avrupalarda yada komşu ülkelerde kıçını kaşıyarak yatanlar. zannediyormusunuz ki bu adamlar yıllardır sırtından yaşadığı halka kaynakları eşit dağıtacak. en iyi kalplisi bile "biz sizin için dağda kan akıttık" ayağına yatıp verdiğiniz vergileri yada emeklerinizi hüpletecek. sesinizi de çıkaramayacaksınız çünkü özerk devlet kendi asayiş kolluğunu oluşturmak zorunda olduğu için, başınızda polis diye eskiden elinde keleşle gelip haraca kesen teröristler olacak. bölge halkından yeni düzene laf eden herkes yeni ve özerk kürt eyaleti eli ile devlet terörüne maruz kalacak. şimdi bile ellerindeki üç kuruşluk belediyelerle ve pkk militanlarıyla işlerine gelmeyen herkese kan kusturuyorlar. ileride sizi koruyacak merkezi bir polis, adalet istemi olmayınca ne bok yiyeceksiniz?

en iyi ihtimalle vatandaşların göç etmeleri kısıtlanmazsa, bütün kaliteli nüfus ve insanca yaşamak isteyen dürüst kesim batıya göç edecek, elde kalan sadece terörist, ahlaksız politikacı ve vasıfsız kısım olacak. bu malzemeyle hayalini kuruğunuz; modern, çağdaş ve dahi ütopik solcu devleti nasıl kuracaksınız bakalım.

evet belki size göre sığ ulusalcı/laikçi izmirliler size laf ediyor ama korkudan değil olacakları gördüğü için. belli bir azınlık kör ırkçılıktan bunu yapıyorsa siz bütün eleştirileri bu zihniyete yıkıp, kulaklarınızı tıkamaya devam edin. bu arada sizi güden çobanların kişişel tatmin ve çıkarları için kazdılrı kuyuya şevkle kazma sallayın. yakışır...

geçen cumartesi günü çıkayım bi dışarı yürüyeyim dedim...

geçen cumartesi günü çıkayım bi dışarı yürüyeyim dedim. anne ben çıkıyorum dedim, nereye oğlum, bende bilmiyorum çıkıyorum gelirim 1-2 saate dedim, iyi geç kalma dedi. çıktım dışarı taktım kulaklığı. arka fonda leonard cohen-the best of leonard cohen 7. şarkı the famous blue raincoat'tan başladım albüme. o ara da hafif yağmur çiseliyor. yürüdüm yürüdüm. ben yürüdükçe ayaklarım hızlandı bi saat sonra otoyola çıkmışım devam ediyorum. dedim gideyim bakayım ne kadar daha gideceğim, pakette son 4 tane djarum black kalmış ölçülü içiyorum. sonra düşündüm lan dedim ne diye çıktım ben evden bok mu vardı. onca yolu yürüdüm. sonra anladım ki konuşcak insan yok.
bu yürüyüşün sebebini buna bağladım boş boş yürümenin başka bir manası olamaz. aşık değilim, depresyonda değilim(?), bi yakınım filan ölmedi, para sorunu desen, o da yok denecek kadar az(isteklerin sınırı yokta, genelde yetiyor meret), e dedim amına koyayım niye böyle yaz günü boş boş çıkıpta yürüdüm 7-8 kilometre taa otoyola çıkmışım. sonradan farkettim insanlarla konuşmayı sevmiyorum. insan görmüyorum bi çoğunu çünkü. bana kızarlar egoistsin hep haklı görüyorsun kendini cartsın curtsun diye. ama hiç yağcılık yapmam yüzüne söylerim bi kimsenin ne diyeceksem. ondan herhalde insanların çoğuyla konuşurken sıkılıyorum. bayıyor beni. gerçi konuştuğum insanda da huzur bırakmıyorum ki. durmadan bi dalga geçme. vs. sonra kızıyorlar bana ne dalga geçiyorsun, bilmem ne bilmem ne diye. tıkırdatıyor dimi elini kolunu mesela sinir oluyorum yapma diyorum bozuluyor sonra. napalım sorun bende demekki. gerçi konuşmak istediğimle de gayet düzgün konuşuyorum ama. konuşcak yok.

2011 seçimlerinde malesef beklenenden daha azına...

2011 seçimlerinde malesef beklenenden daha azına ulaşabilmiş liderdir. sebep olarak siyasi tecrübesizliğini ve başkanlığı aldıktan sonra önünde kalan zamanın darlığını görüyorum. deteya geçersek...

kılıçdaroğlu partide parlamaya başladığında çizdiği imaj memurluk yıllarından getirdiği ciddi soruşturma bilincine sahip, aldığı işi enine boyuna inceleyip çıkan, bi nevi gözü pek bir müfettiş şeklindeydi. dengir mir mehmet fırat'ı nasıl bitirdiğini, gökçek'i nasıl terlettiğini izlerken etkilenmemek elde değildi. dosyasına hakim adam görüntüsü o kadar sağlamdı ki adı anılmaya başladıktan bir kaç ay sonra baykal ayrılırsa kılıçdaroğlu gelmeli denilmeye başlandı. ben de diyenler arasındaydım..

kaset olayı patlak verip kılıçdaroğlu başkanlığı aldığında tanıdığım tüm kendini solcu addeden seçmenler durumdan umutluydu. rahşan hanımın kasketle kongreye katılması yıllardır lider arayan sola kattığı heyecanı özetlemeye yetiyordu. sürecin hızlı işleyip, birkaç gün içinde başa geçmiş olmasından dolayı seçmen kafadan 1 ay hazırlık süreci tanıyordu ona. beklenen şuydu , kılıçdaroğlu kaynak sıkıntısı çekmeyeceği chp'de yoğun bir çalışma sürecine girecek ve döndüğünde; akp'nin yolsuzlukları çatır çatır belgeleriyle çıkacak, erdal inönü-ecevit ayarında sosyal demokrat bir chp dönüşümü yaşanacak, soldaki çoğu partiyle uzlaşılabilecek ve sicili, karakteri temiz bir siyasetçi meydanlarda esmeye başlayacak. olayların gelişimiyse bambaşka oldu;
- kılıçdaroğlu daha ilk günden erdoğan'a çattı, yere henüz basabilmişken kavgaya kalkışınca işler yolunda gitmedi,
- muhalefette başlayan rüzgara medya tarafsız kalmayarak giydiği gömleğin fiyatını bile haber yaptı, "temiz insan" görüntüsünü yıpratmaya çalıştı,
- ikinci haftasında televizyon programlarına çıkıp yıllardır çözülemeyen sorunları çözme sözü verdi. kaçınılmaz olarak gelen "nasıl?" sorusuna "inceleme aşamasındayız" yanıtını vermek zorunda kaldı. bu cevap aylarca tekrarlanmak zorunda kalacaktı. elinde kozları toplamadan oyun oynamaz sanılan adam kendi kendine fire vermeye başlamış oldu.
- chp tabanındaki milliyetçi-kemalist kesimin ciddi oy oranına sahip olması ve bunları kaybetme korkusuyla vaatleri illere göre değişti. tutarsız söylemleri yadırgandı, son günlerde doğuda desteklediğini söylediği "özerklik" sözcüğüyle ne demek istediği bile tartışıldı.

bunlar ve sayılabilecek benzeri hatalar sonunda (siperde çömelme meselesi, meydanlardaki düşük seviyede atışmalar) doğallığıyla yarattığı rüzgarı durulttu. gelişiyle kazanıp tüm tutarsızlıkları sonunda kaybettiği oylardan biri de benim. ama içten içe hala umut taşıdığımı da belirtmeliyim. bu ülkede iktidarın muhafazakar-milliyetçi partilerin dışına çıkmayacağını biliyorum, ama en azından muhaleette yeniden baykal tipi bir chp görmektense değişime olan ihtiyacın farkında insanları görmek daha tercih edilir. bir dahaki seçimlere kadar düzgün bir danışman kadro ve içi dolu oturmuş projelerle dönmesini temenni ediyorum. en azından oy atılabilecek gerçekçilikte olsun.